Mustafa Ünalan

Mustafa Ünalan

Mail: mustafaunalan@hotmail.com

“Çanakkale Destanı, Rakamların Ve Makamların Değil, İmanın Destanıdır”

Çanakkale’de hiç laik var mıydı? İngilizleri bilmem. Almanları da. Ama Müslüman Osmanlılar arasında, bir tek laik olmadığına kalıbımı basarım.
“Çanakkale laiktir laik kalacak!” tayfasına bakmayın siz. Çanakkale’de arasan, damızlık bir laik bulamazsın. Kaymakam (Yarbay) rütbesiyle Çanakkale’de görev yapan Mustafa Kemal bile o tarihte “laik” değildi. Niçin?
Niçin olacak, etrafını sonradan çevirecek olan “laik” tayfa ölümün kol gezdiği Çanakkale’de yoktu da onun için. Malum, bu tayfa “ölümü” değil “yaşamı” sever. Çanakkale ölünecek yer, “Gel keyfim gel” yaşanacak yer değil. Sayın laiklerimiz de dâhil, herkesin dürüstlükle cevap vermesi gereken bir sorum var: Çanakkale’de ölüme koşan Osmanlı askeri, NEYE REFERANSLA ölüme koştu?
Irka referansla mı? Olamaz. Gidin Çanakkale’ye, okuyun mezar taşlarını. Kimi Türk, kimi Arap, kimi Kürt, kimi Arnavut, kimi Laz, kimi Çerkez, Kimi Boşnak, kimi Pomak… Toprağa referansla mı?
Olamaz. Gidin Çanakkale’ye, okuyun mezar taşlarını. O insanların yaşadıkları yerlerde şimdi 30’a yakın devlet var. Er Medineli Muhammed’in Medine’si nere, Çanakkale nere!
Laikliğe referansla mı? Mesela şöyle bir komut: “Laiklik aşkına vurun yiğitler!”
Niye gülüyorsunuz? Ben ciddiyim. Sahi, Çanakkale’de biri böyle bir komut verse, bırakın Çanakkale’yi İstiklal Savaşında verse, o adama ne yaparlardı?
Dahası, laiklik uğruna göz kırpmadan ölüme koşacak bir kişi çıkar mıydı? Dürüst olalım, çıkmazdı. Çıkmaması bir yana, böyle bir komut veren adamı tefe koyar çalarlar, süngü takıp kovalarlardı.
Kaymakam Mustafa Kemal’de dahil, askere ölüm komutu veren herkes bu komutu bir tek referansla verdi: İslâm. Allah, iman, Kur’an, şehadet, ahiret, cennet, gaza, gazi hep aynı referansa atıfla anlaşılacak değerler. Çanakkale’yi büyük ve değerli kılan rakamlar ve kendi kendimize söylediğimiz “sevimli (!) yalanlar” değildir. Doğrudur, şehit sayısı verirken rakamları abartma huyumuz burada da depreşir ve 250 bin rakamını çok severiz. Sanki 55 bin şehit azmış gibi.
Tatlı yalanlardan biridir “Çanakkale geçilmez”. Geçilmiştir maalesef, müttefik denizaltıları İstanbul önlerine kadar gelip fink atmıştır. Bu maddi olanı… Birde manevi “geçilme” vardır ki, bu hepsinden beterdir. Elin İngiliz-Fransız gavuru sadece “boğazımızı” değil, yüreğimizi, zihniyetimizi, iddialarımızı, kimliğimizi ezip geçmiştir. Dün kendisine karşı Çanakkale’yi koruduklarımızı, savaş sonrası ülkenin başköşesine buyur etmişiz, milyonlarca genç aklı ve yüreği onların eline, alın “nesine geçerseniz geçin” diyerek teslim etmişizdir. Söyleyin Allah aşkına, biz kendi kapımızı İngilizler de kendi kapılarını açsa ve “geçiş serbest” dense, neresi nereye akar dersiniz?
Çanakkale savaşı, kötü yönetilmiş, yanlış sevk ve idare edilmiş bir muharebedir. Müslüman ordumuzun tüm kahramanca direnişine, dünyada eşi görülmemiş fedakârlıklar göstermesine, “Bedrin arslanları” gibi cihâd etmesine rağmen bu böyledir. Bu yanlışın iki sorumlusu vardır: Gâvur aşığı İttihatçı çete ve Almanlar. 
Savaşın emir komutası kendisine verilen 5. Ordu Komutanı Alman General Liman Von Sanders, savaş stratejisini müttefikleri yenme üzerine değil, daha çok müttefik askerini Çanakkale’ye çekme ve orada oyalama üzerine kurmuştur. 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey, bu adamın tüm hakaret ve münasebetsizliklerine rağmen, 60 km’lik kıyı şeridini kahramanca savunmuş şerefli bir Osmanlı subayıdır. Patlamayan Alman su mayınlarının sırrı şimdi bile hâlâ anlaşılamamıştır.
Kendi kendimize söylediğimiz yalanlardan biri de Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal’i adeta Çanakkale’nin “bir numarası” yapma numaramızdır. Hakkını yememek lazım, Yarbay Mustafa Kemal’in cephe gerisindeki hizmeti en az cephedekiler kadar önemlidir. Hatta savaş stratejisine dair getirdiği eleştirilere bakıldığında, Enver Paşa’dan da Alman General’den de daha isabetli ve kurmayca olduğu görülür. Fakat her şeye rağmen o Çanakkale savaşında yer alan subay hiyerarşisinde tâ 70. sırada yer alan “yarbay” rütbesinde bir subaydır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanı iken Ruşen Eşref’e verdiği bir mülakattan öğreniyoruz ki, o düşman saldırısının başladığını, ihtiyat kuvvetlerinin tutulduğu cephe gerisi olan Bigalı köyünde uzaktan gelen top seslerinden anlamıştır.
Abartı hastalığımız, ideolojik taraftarlıkla birleşince ortaya daha komik durumlar çıkmaktadır. Mesela, Çanakkale’deki kitabeye Kemal Paşa’nın rütbesini “yarbay” yerine “albay” yazma kurnazlığımız gibi. Çanakkale zaferinin altın ismi Albay Halil Sami Bey’in adını, 2002 yılına kadar hiçbir kitabede zikretmeyip, gelen tepkiler üzerine Ezineli Yahya Çavuş kitabesinin içerisine lütfen koyma uyanıklığımız gibi. Sözün özü: Çanakkale destanı, rakamların ve makamların değil, imanın destanıdır.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar